Türkiye; “Olağanüstü Meşru Müdahale” durumuna geçmeli

“Büyük Harita Parçalanması” tehdidi Türkiye’ye yöneldi

Suriye’ye müdahale PKK/YPG sınırlarını da aşmak zorunda…

Coğrafyamız; Birinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı
büyük çöküşten

sonra, hiç bir zaman böyle bir
“harita parçalanması”

tehdidi ile yüz yüze kalmadı.
Batı’nın en zayıf olduğu

dönemde
en ağır saldırıların başlatılması

nasıl algılanabilir?
Bugün; Basra Körfezi’nden Kızıldeniz’e, Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e ve Karadeniz’e kadar, savaş ve savaş tehdidi bütün bölgelere, ülkelere yayıldı.
İki ihtimal var:

İsrail, bir daha böyle bir
fırsat

bulamayacağını, ABD seçimlerinden sonra işlerin zorlaşacağını bildiği için
“ne yaparsam kardır” fırsatçılığı

ile hareket e geçmiş olabilir. Belki de,
Batılı araçları

kullanabileceği

son dönemi yaşıyor çünkü.

BÜYÜK HARİTA PARÇALANMASINA DİKKAT! TEHDİT TÜRKİYE’YE DÖNDÜ.

Ya da
ABD ve Avrupa, İsrail’i bir “çekiç” gibi kullanıp,

Batı’nın küresel hakimiyetini bırakmamak için çıkaracağı
büyük savaşın ilk adımı

nı atmış olabilir. Bu haliyle mesele İsrail meselesinin çok ötesindedir.
Türkiye’nin bu yeni tehdidi, tehlikeyi algılaması da bu yöndedir.

Coğrafyamızdaki bütün ülkeler için asıl tehlike budur. Birileri savaşı yeniden bizim coğrafyaya taşımıştır.
Medeniyetlerin anavatanı, savaşların anavatanına dönüştürülmektedir.

11 Eylül sonrası
Irak işgali, Afganistan işgali, Suriye savaşı ve bölge genelinde yaşadığımız çatışmalar,

bugünkü duruma göre daha yerel, ülkelerle sınırlı nitelikte oldu. Ancak bunların tamamı aslında bugünkü
“büyük harita parçalanması”na giden yolda atılan sistematik ve kararlı adımlardan başka bir şey değildi.

OTUZ BEŞ YILDIR BİZE DAYATILAN BÜTÜN “GEREKÇELER” YALANDI…

Bu savaş ve işgallerin hepsi için yerel sebepleri üretildi. Bizler bu
“üretilen gerekçelerle”

tam anlamıyla uyutulduk. Öyle ki;
en “milli” görünen hükümetler bile, bölgesel işgal ve harita parçalanmasına uyumlu

kararlar, iç düzenlemeler yaparken ses bile çıkaramadık.
Çünkü mesele terördü,
Saddam’dı, El Kaide’ydi, Taliban’dı, Hamas’tı, Hizbullah’tı…

Türkiye dahil, bölge ülkelerinin tamamı, her sebep ve gerekçeye, kendi milli hedefleri için
uygun bir siyasi dil

üretebilmişti. Ya da bu dil
dayatılmıştı

. Bu çok büyük yanılsamaydı, ölümcül hataydı.

Ve bunlar bizi bugüne taşıdı.

Oysa 2003 Irak işgalinden bu yana ne yaşanmışsa, bugünkü “harita parçalanması” için planlanmış, ona göre uygulanmıştı.
Ülkelerin rejimleri, hükümet karakterleri, siyasi ve askeri kadroları

hep bu büyük hedefe göre dizayna dilmişti. Son
otuz beş yıl, hepimiz için yalan bir tarihin

hüküm sürdüğü dönem oldu.
İSRAİL VE ABD, PKK/YPG İLE SINIRIMIZA DAYANDI. SAVAŞ HARİTASINI ÖNÜMÜZE KOYDU.

Ve bugün artık savaşın bölgeselleşmesi ya da
“bölgesel savaş”

kavramını tereddütsüz kullanıyoruz. Gerçekten de durum tam da budur.
Artık İran, Suriye, Irak, Sudan, Yemen savaşın içinde.

Mısır her an Sina’da bir işgalle ve topyekûn bir terör salgınıyla yüz yüze.
Türkiye, son yüz yılda ilk kez Ortadoğu’daki çatışmaların bu kadar içinde.

Çünkü İsrail’in ABD ve Avrupa ile birlikte Gazze’de yürüttüğü Soykırım, hemen ardından Lübnan’a başlattığı işgal, Irak ve Suriye’de
PKK/YPG ortaklığı ile Türkiye sınırlarına kadar yayılmış bir savaş haritasını önümüze koydu.

İSRAİL’DEN TÜRKİYE SINIRLARINA KADAR HİÇ BİR ENGEL KALMADI…

Türkiye sınırından İsrail’e uzanan toprak parçasında onlar için hiçbir engel kalmadı. İran ve Rusya’nın

Suriye’deki varlığı bu yeni haritayı engelleme gücünden ve iradesinden yoksun. Suriye üzerinde planlanan
Davut Koridoru

bir hayal değil.
2003 Irak işgali sonrası oluşturulan
Çekiç Güç

ile, Suriye savaşında İran-Akdeniz arasında çizilen
Terör Koridoru

ile
Davut Koridoru

hep birbirinin devamıdır, tamamlayıcısıdır. O zaman da onları hep bir
hayal

olarak gördük.
Ulaşılamaz hedefler

gördük ve bugün tehdit
Türkiye’nin bütün Güney sınırlarını kapladı.
Hala bir şeyleri “hayal” olarak gösterenler,

doğrudan bu bölgesel tasarımın içinde yer alıyor demektir.
15 TEMMUZ SONRASI “BÜYÜK İRADE” ACİL HAREKETE GEÇMELİ.. ARTIK HİÇBİR ŞEY HAYAL DEĞİL.

Eğer Türkiye, 15 Temmuz sonrası kendine gelip, terör koridorunu parçalayıcı müdahaleler yapmasaydı
biz tam da bugün, Türkiye-Suriye sınırının Kuzey’inde, Türkiye topraklarında “Koridor” tartışmalarıyla felç edilmiş olacaktık.

Ülke savunmasını sınırlarımızda değil,
Anadolu içlerinde, şehirlerimizde

kurmaya çalışıyor olacaktık.
Ertelediğimiz, ihmal ettiğimiz,
“içerideki ortaklar”

eliyle hareketsiz bırakıldığımız her şey, bu
bölgesel savaşı yarın Anadolu içlerine, şehirlerine, sokaklarına taşıyacaktır.

Artık “hayal” dediğimiz her şeyin, çok hızlı bir şekilde gerçeğe dönüştüğü bir çağdayız.

Anlık ihmallerin bile milletlere çok büyük bedeller ödeteceği zamandayız.
Bu yüzden;
15 Temmuz sonrası kendini ortaya koyan büyük irade

nin hiçbir
zaaf ve tereddüde mahal vermeden

yoluna devam etmesi, yapılması gereken hiçbir şeyin
bir gün bile ertelenmemesi

olağanüstü önemdedir.
Aksi intihardır

, coğrafya parçalanmasıdır.
BİR “İHMAL” ANADOLU’YU TEHLİKEYE ATAR. KALICI MÜDAHALE İÇİN SON KARAR ZAMANI.

Çünkü artık ülkelerin sınırlarının koruma kalkanı oluşturması bundan sonra hiçbir şekilde mümkün olmayacak. Dolayısıyla
büyük hesaplaşmaların mutlaka sınırların çok ötesinde yapılması

gerekir.
Türkiye’nin
Libya, Karabağ, Somali, Balkanlar, Basra Körfezi

ve
Afrika

’nın birçok ülkesindeki
askeri varlığı bu aklın göstergesidir.

Biz buna
“tarih yapıcı, coğrafya inşa edici imparatorluklar aklı”

diyoruz. Yüzyıllara dayanan siyasi genetik diyoruz.
Öyleyse, İsrail’den kuzeye doğru gelen işgal, Doğu Akdeniz’de, Ege’de, Rum Kesimi’nde Türkiye’yi hedef alan askeri yığınak
bu iradeyi Suriye’de acilen hareket geçmeye mecbur bırakır.

Tam da bu dönemde,
bir kez daha yaşanacak ihmal, Anadolu’yu büyük tehdit altına sokacaktır.

Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir zaman böyle bir
“varoluşsal hesaplaşma”

ile yüzleşmedi. Ancak yüzleşeceğini bildiği için coğrafyanın geniş sınırlarına açıldı,
tehditleri Anadolu’dan uzaklaştırdı.

Ama Suriye ve Güney sınırı
en zayıf alan

olarak kaldı.
Terör Koridoru

’nu ve
Davut Koridoru

’nu etkisizleştirecek
kalıcı müdahale

artık ertelenemez hale gelmiştir.
Hiçbir siyasi öncelik, hiçbir iç politik hesap

bu bölgesel büyük kuşatmanın, küresel güç kaymalarının yol açtığı çatışmaların üstünde

değildir, olamaz.

TÜRKİYE “TERÖRLE MÜCADELE” KAVRAMINI ACİLEN TERKETMELİ

Türkiye, Suriye’ye yönelik müdahalelerinde
“terörle mücadele” kavramını acilen terk etmelidir.

Zira bu kavram
zihinleri, ufku,

yapılması gerenleri
sınırlamaktadır

.
“Terörle mücadele” son otuz beş yıldır bize dayatılan yalanların son halkasıdır.

Suriye’deki durumun terörle alakası yoktur. Bölgesel harita savaşlarının parçasıdır ve bütün Batılı ülkeler bu işin içindedir.
Türkiye, Suriye’ye yönelik müdahalelerinde PKK ve YPG’nin ötesini düşünmek zorundadır.

Bunu düşünmez, orada kalırsa tehdidi önlemede başarısız olacaktır.
PKK/YPG İsrail ve ABD’nin Türkiye’ye karşı kullandığı bir şantaj,

bir silahtır sadece. Bu yüzden
PKK/YPG’yi vurmak İsrail’i vurmaktır.

Gazze’deki soykırıma verilecek güçlü bir cevaptır.
SURİYE’YE MÜDAHALE PKK/YPG SINIRLARINI AŞMAK ZORUNDA..

Ancak, bölgenin tamamını yok etmeye ayarlı tehdit İsrail ve ABD’nin bölgesel planlamalarıdır. Türkiye’nin kendi varoluşu, bölgenin istikrarı için
mücadele etmesi, engellemesi, pozisyon alması gereken durum,

bu tehdide karşı adımlar atmaktır.
Bu yüzden de
Suriye’deki müdahale PKK/YPG sınırlarını aşmak zorundadır.

Halep ve kuzeyini tamamen güven altına alacak adımlardır. Çünkü
PKK/YPG bitse bile tehdit,

Güney’den, Doğu Akdeniz’den ve
Batı’dan
gelmeye

devam edecektir.
Bugünkü büyük hesaplaşma,
Birinci Dünya Savaşı sonrası en büyük hesaplaşmadır.

Son yüz yılda böyle bir durum söz konusu bile olmadı. Çünkü devletler zayıftı,
Batı hakimiyeti ve baskısı korkunç boyuttaydı,

zihinler tam anlamıyla felç edilmişti.
OLAĞANÜSTÜ MEŞRU MÜDAHALE!

Ama bugün,
küresel güç kaymaları Batı’yı zayıflatıyor.

Güç başka iklimlere kaşıyor. Türkiye de bunlardan biri. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana en güçlü dönemini yaşıyor.
Bu güç birikimi sadece savunma alanında büyük sıçrama ile sınırlı değil. İmparatorluklar aklının bugüne taşınmasının verdiği idrak,

olağanüstü ve Türkiye bütün bunların tamamını yapabilecek güçte.
Güç kendi alanımıza kaymışken, tarihin bu büyük fırsatı asla heba edilmemeli.

Çünkü bizler, büyük imparatorlukları hep bu fırsatları ertelemediğimiz,
ıskalamadığımız

için kurabildik. Yine aynı
tarih sıçramasının

tam ortasındayız. Yeter ki, bizi içeriden durduracak
“güzel teklifler”

e bu sefer de kanmayalım.
İsrail’in Gazze ve Lübnan’la başlattığı tehdit çok ciddi. Ve bu tehdit şuan
tam sınırımıza

dayanmış

durumda. Öyleyse
ölümcül kararlar

verme zamanı gelmiştir.
Tarihin dönüşü

, Türkiye’nin vereceği bu kararlarla şekillenecektir.
Türkiye olağanüstü meşru müdafaaya geçmek zorunda!

NOT:

Bir süre ara verdik. Bundan sonra haftada iki gün Yeni Şafak’ta yine birlikte olacağız. Yeni Şafak’ın bu zarif desteğine müteşekkirim. Coğrafyamızdaki ve dünyadaki gelişmeleri çok daha ayrıntılı, dikkatle analiz edip tartışacağız. Konuşacak çok konu, söylenecek çok söz var.

Travma ve Travmanın Etkileri

Travmayı ve travmanın insanlar üzerindeki etkilerini anlamamız açısından alana önemli katkılarda bulunan Van Der Kolk tarafından yazılan “Beden Kayıt Tutar” kitabında, Kolk ilk bölümüne Jessica Stern’ün Denial: A Memoir of Terror kitabından bir alıntı yaparak başlar. Bu alıntı, travma yaşayan birinin ağzından, travmanın kişi üzerindeki etkisini bize mükemmel bir şekilde özetler. İşte, travma yaşayan bir insanın ağzından travma şu şekilde anlatılabilir:“ Bazı insanların yaşamları, öykü gibi akıp gidiyor, benimkinde ise bir sürü duraklamalar ve başlangıçlar var. İşte travmanın yaptığı şey bu. Akışı bölüyor… Sadece “olup bitiyor” ve ardından yaşam devam ediyor. Kimse sizi buna hazırlamıyor.”

Travma; günlük rutini bozan, kişiyi korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkiler bırakır. Kişinin; beden bütünlüğünde ve ruhsal işleyişinde onarılması gereken hasarlara neden olur. Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü gibi kişinin hayatındaki akışı bozabilir. Peki, travma bunu nasıl mı yapıyor? Travma; kişinin geçmişinde “olup biten” bir olay olmaktan ziyade, kişinin zihninde, beyninde ve bedeninde iz bırakıyor.

Travmanın türlerine bakacak olursak: çocuk istismarı, doğal afetler, yangın ve yanıklar, savaş, işkence, tecavüz ve cinsel saldırı, motorlu araç kazaları travmanın bazı türleridir. Travma tepkisi herkeste aynı şekilde görülmez. Travmaya maruz bırakılan kişiye dair değişkenler (kadın cinsiyeti, toplumsal cinsiyet, yaş, ırk, yoksulluk, işlevsiz baş etme yolları vb.), yaşanan travmanın özellikleri (kasıtlı şiddet eylemleri, yaşama dönük tehditler, fiziksel yaralanma, cinsel saldırıya maruz bırakılma vb.) ve toplumsal tepki,destek ve kaynaklar (aile üyeleri, arkadaşlar ve çevrenin desteği, suçlayıcı olmayan tepkiler, yardım kuruluşlarının varlığı vb.) travma tepkisini etkileyebilecek değişkenlerdir.

Çocuklukta yaşanan travmaların kişi üzerinde daha kalıcı psikolojik zorluklara neden olduğu söylenebilir. İnsan gelişiminin olumsuz dış etkilere en açık olduğu bir dönemi olması nedeniyle, çocuklukta yaşanan travmalar kişi üzerinde, hızlı bir şekilde müdahale edilmediğinde, yaşam boyu biriken ve katlanan etkiler bırakabilir. Çocukluk travmaları, psikolojideki rahatsızlıklar söz konusu olduğunda, uzmanların her zaman öncelediği, rotalarını belirledikleri bir pusula gibi görünür.

Travmanın Etkileri Neler Olabilir?

Travma kişiyi, biyolojik-psikolojik-sosyolojik olarak etkiler. Travmanın kişi üzerinde birçok olumsuz ve başa çıkılması zor etkileri olabilir. Genel olarak kişiler; korku, çaresizlik, dikkat toplama güçlüğü, öfke ve suçluluk gibi duygular yaşarlar. Travmayı hatırlatan kişi(ler)den ya da ortam(lar)dan kaçma çabası söz konusudur. Bunlarla birlikte; hissizlik, dalgınlık, duygusal küntlük (duygusal donukluk), şaşkınlık, farkındalıkta azalma, depersonalizasyon (kişinin kendi bedenine ya da zihnine yabancılaşması), derealizasyon (kişinin gerçek dünya algısından uzaklaşması) ve dissosiyatif amnezi (strese bağlı olarak gelişen anormal hafıza kaybı) gibi belirtiler oluşabilir. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)’nda kişi; yineleyici, istemsiz ve sıkıntı veren anılar/düşler görebilir. Flashbackler (geçmişe dönüşler) yaşayabilir. Anksiyete, kaygı ve panik bozukluk, majör depresyon, psikotik depresyon, somatik (bedensel) belirtiler ve bağlantılı bozukluklar, bağışıklık sistemi zayıflığı, psikoz, madde kullanım bozukluğu, bağlanma sorunları da travmanın neden olabileceği başka etkiler olarak sayılabilir. Yani, travmanın kişi üzerindeki etkilerine bakıldığında, travmanın bazı hastalıkların sebebi, bazılarının hazırlayıcısı ve bazıları içinse sürdürücü etkisi olduğu söylenebilir.

Travmaya Maruz Bırakılan/Kalan Beyinde Neler Olup Biter?

Travmatik bir olaya maruz kalan ya da maruz bırakılan kişi artık farklı bir sinir sistemiyle hayatta kalmaya çalışır, buna mecbur kalır. Travma yaşayan insanların beyninde; biyolojik ve nörolojik düzeyde önemli değişiklikler meydana gelebilir. Travma; beynin yapısını ve işleyişini derinden etkileyerek stres yanıtlarını, duygusal düzenlemeyi ve hafıza süreçlerini değiştirebilir. Ancak bu değişiklikler her zaman kalıcı değildir. Terapi, ilaç tedavisi, farkındalık çalışmaları ve destekleyici sosyal ilişkiler, beynin iyileşmesine yardımcı olabilir. Travmanın etkilediği başlıca birkaç beyin bölgesine bakılacak olursa, bunlar:

Amigdala, korku ve tehdit algısından sorumlu bir beyin bölgesidir. Travma sonrası, amigdala aşırı aktif hale gelebilir. Bu, kişinin sürekli olarak tehlikede olduğu hissini yaşamasına ve gereksiz yere “savaş ya da kaç” tepkisi göstermesine neden olabilir.

Hipokampus, anıların oluşumu ve düzenlenmesinden sorumlu bir bölgedir. Travma yaşayan kişilerde bu bölge etkilenebilir ve travmatik olayların işlenmesi zorlaşabilir. Bunun sonucunda kişi, geçmiş olayları hatırlamakta zorlanabilir veya travmatik anıları doğru bir şekilde işleyemeyebilir.

Prefrontal korteks, karar verme, düşünme ve duygusal düzenlemeden sorumlu olan beyin bölgesidir. Travma sonrasında, bu bölgenin işlevi zayıflayabilir. Prefrontal korteks yeterince etkin çalışmadığında, kişi duygusal tepkilerini kontrol etmekte zorlanabilir, ani öfke patlamaları, kaygı atakları veya kontrolsüz duygusal tepkiler gösterebilir. Prefrontal korteksin işlevindeki bozulmalar, travma yaşayan kişilerin rasyonel düşünme yeteneklerini olumsuz etkileyebilir. Travmatik olaylar karşısında mantıklı kararlar almak zorlaşabilir ve kişi, tehlikenin ortadan kalktığını bilse bile kendini sürekli tehdit altında hissedebilir.

Görüldüğü gibi travma, kişinin hayatı algılayış biçimini tamamen değiştiren zorlayıcı bir yaşantıdır. Travmanın etkileri geniş kapsamlı ve çok boyutludur. Bu etkiler her bireyde farklı yoğunlukta ve şekilde ortaya çıkabilir. Ancak doğru yaklaşım ve destekle travmanın etkilerini hafifletmek ve iyileşme sürecine girmek mümkündür. Kaynaklara göre birçok insan; psikoterapi, ilaç tedavisi, fiziksel aktivite, farkındalık ve sosyal destek ile travmanın etkileriyle başa çıkabilir.